Sosyal Medya

Genel

Artık bugünün İran’ı, yetmişli ve seksenli yıllardaki o çok sevdiğimiz İran İslam Devrimi değildir.

Bizler, ulusalcıların hüküm sürdüğü bu ülkede millilik sıfatıyla bir ütopyanın, “akıncı” sanıyla şanlı tarih nostaljisinin içinde avunarak, sokaklara inen ideoloji savaşında var olmaya çalışan bir avuç yalnızdık.



YetmiÅŸli yılların sonlarına doÄŸru…

T.C.’den vizeli Ãœlkücüler, Moskova’dan vizeli Solcular ve Komünistlerle çatışarak, hep birlikte, ABD ile ordu tarafından planlanmış bir iç savaşın içinden geçiyorduk.

Bizler, ulusalcıların hüküm sürdüğü bu ülkede millilik sıfatıyla bir ütopyanın, “akıncı” sanıyla ÅŸanlı tarih nostaljisinin içinde avunarak, sokaklara inen ideoloji savaşında var olmaya çalışan bir avuç yalnızdık.

Ötekiler gibi vizelerimiz yoktu ve dahası halkla da sahici bir irtibat ve dolayısıyla sağlam bir güven ilişkisi kurabilmiş de değildik.

Biz bu haldeyken dönmüştü Ä°mam Humeyni Tahran’a…

Dönüş ama ne dönüş… Ä°ran’da yer yerinden oynamıştı sanki; Farslar kendi küllerinden doÄŸan bir kaknüs gibi, musikileÅŸmiÅŸ sloganlar eÅŸliÄŸinde Ä°mam Humeyni ile yeniden dirilmenin destanını yazmışlardı adeta…

Bizim de payımıza kimi sevinçler düşmüştü bu dirilişten.

Ä°mam Humeyni’nin siyah sarığını, cübbesini, gri gömleÄŸini, kendi dedelerimizin 20’li yıllarda birer aile yadigarı olarak sandıklara gömülen ağır naftalin kokulu giysilerinin özgürleÅŸmesi saymıştık.

Onun vakur, muzaffer, hüzünlü ve hep tefekkür makamındaki suretini, Müslüman imgesinin yeni bir örneği olarak büyük bir beğeniyle sevip, poster poster odalarımıza asmıştık.

Onu, İslam dünyasının sömürgenlerinden alınan bir intikam gibi görmüş, yeniden kazanılan ümmet onurunun izi artık hiç silinmeyecek bir mührü gibi benimsemiştik.

Ä°mam Humeyni, zikrettiÄŸim imgesindeki -Hama katliamına sessiz kalmasından kaynaklanan – önemli bir gölgelenmeye raÄŸmen yine de gönüllerimizdeki güzel suretini hatıra bırakarak vefat etti.

Onun vefatı, ilk on yılını tamamlayan Ä°ran Ä°slam Devrimi’ne dair biriken soru sandığının açılmasını da beraberinde getirdi.

Hayır hayır, bu sorgulamanın ne Tahran’ı vize merkezi olarak benimseyemeyiÅŸimizle, ne de doksanlı yıllardaki gibi T.C. tarafından “Ä°rancı” olarak damgalanmaktan duyduÄŸumuz tedirginlikle bir ilgisi yoktu.

Sorgularımız doğrudan devrimin kendisine yönelikti.

Şöyle ki, o on yılda İran, bir devrim için zorunlu olan mülkiyet ve üretim ilişkilerini sorgulayamadığı gibi, mevcut kültürel hegemonyayı da (devrimle boşalan kısımlarına kimi mollaları monte etmeyi yeterli görerek) sorgulayamamıştı.

Dolayısıyla, gerçek sürecini tamamlayamamış bir devrim, eski yönetici elitin belirlediği zihniyetin hükmü altına girerek, Sünni dünya ile barışamadığı gibi, dış politikada da (Şiir tarikatının o güçlü etkisini de anında bloke edebilen) devrim öncesindeki pragmatik tutumda sabit kalmıştı.

Bu iki önemli hususun olumsuz etkileri ise asıl iki binli yıllarda ortaya çıktı.

Sünnilerle arasındaki mesafeyi korumada daima gayretkeÅŸ olan Ä°ran, mevcut coÄŸrafyadaki Åžiileri (kelimenin en doÄŸru anlamıyla) kullanarak, zaten hiç kesintiye uÄŸramayan bir savaşı kendi dışına çıkarmayı, dolayısıyla kendi toprakları dışında sürdürmeyi baÅŸarmakla kalmadı, Batı’yla potansiyel ittifak imaları, manevraları eÅŸliÄŸinde, düşmandan özge bir düşman olarak büyük kuÅŸkuların ve korkuların adresi haline geldi.

Artık bugünün Ä°ran’ı, yetmiÅŸli ve seksenli yıllardaki o çok sevdiÄŸimiz Ä°ran Ä°slam Devrimi deÄŸildir.

Bugünün Ä°ran’ı, Hama katliamının suçunu da bir rozet gibi yakasında taşıma küstahlığıyla, Suriye’deki zulmü politik düzeyde onaylayan, uluslararası planda açıkça destekleyen; fiili düzeyde ise o zulmü orada konuÅŸlandırdığı askerleriyle bizzat yoÄŸunlaÅŸtırarak yaygınlaÅŸtıran bir Ä°ran’dır.

Bugünün Ä°ran’ı, Türkiye’nin kendi politik menfaatlerini elinin tersiyle iterek Amerika’ya karşı koruduÄŸu Ä°ran’dan, onun “Irak devletinin onayı” aldatmacasına tutunup, onun sazını çalmaya baÅŸlayan bir Ä°ran’dır.

Amerika’nın kurduÄŸu, beslediÄŸi, palazlandırdığı ve tepe tepe kullandığı DAEÅž’e karşılık, HaÅŸdi Åžaabi kartını açarak, Ä°slam dünyasının onuncu asırda yaÅŸadığı krizi tekrarlamaya niyetli görünen Ä°ran, artık Ä°slam dünyasının devrimci sevinci deÄŸil, korkulu bir rüyasıdır.

Pakistan’dan Gürcistan’a, Suriye’den Irak’a, Yemen’den Sudan’a… kadar Perslilik asabiyetiyle Ä°slam dünyasının sorunlu noktalarına bir bıçak gibi saplanan Ä°ran’ın, bu coÄŸrafyada giderek sevilmeyen bir ülke olmada ABD ile yarışmaya baÅŸladığını içeriden görebilecek basiretli birkaç göze sahip olduÄŸunu ummak, arzulamak bile rahatlamaya deÄŸil bilakis derin kuÅŸkuya bitiÅŸik bulunmaktadır.

Çünkü onun Şii tarikatıyla özdeşleşen takiyeciliği, Pers asabiyetiyle (ve pragmatizmiyle) birlikte düşünüldüğünde, İran, bir güvenin değil bizzat büyük bir güvensizliğin resmi haline gelmiştir.

Burada, “Türkiye; Suriye, Irak, Yemen vb. konularda politikasını doÄŸru belirleseydi söz konusu olumsuzluÄŸa maruz kalmazdı” ÅŸeklinde bir itiraz elbette ileri sürülebilir.

Ancak, konu Ä°ran olunca bizim belirttiÄŸimiz güvensizliÄŸin Türkiye’yi aÅŸan bir boyuta sahip olduÄŸu hatırlanmalıdır.

Ãœstelik Ä°ran, Türkiye ile nasıl bir politik güreÅŸe tutuÅŸursa tutuÅŸsun, onun ilk Batı’sı olması bakımından Türkiye her zaman ondan daha önde ve daima daha güçlü olmaya devam edecektir.

Sorun, Ä°ran’ın Ä°slam ümmetinden devrimle kazandığı sevgiyi bozuk bir parayı harcar gibi harcaması; coÄŸrafyadaki mevcut ataklığının, güç gösterisinin giderek ABD’ninkiyle bitiÅŸiyor olmasıdır.

Büyük Åžeytan’a benzeyeninse, onunla er ya da geç aynı akıbeti paylaÅŸacağı aÅŸikardır.

ÖMER LEKESİZ / GERÇEK HAYAT

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.